11 Mayıs 2014 Pazar

Işık saçan her kadın annedir

Bir kadının eli değdi mi değişir dünya.. yaşadığınız ülke,ortam, ev, oda.. Çünkü çoğu kadın, doğası gereği yapan, kuran, koruyan, kollayandır. Annedir.
Bakın etrafınıza, hayatınıza gelen tüm incelikler, hoşluklar çoğunluk bir kadın eliyle gelmiştir… Anneliği içinde taşıyan kadındır dünyayı yaşanır kılan, o hazırlar güzel bir geleceği tüm dünyanın yavrularına, ışıktır o…
Işığa doğan çocuklar karanlığı bilmezler. Işığa doğan çocuklar, yürekleri evrene açık, hür ve adaletli büyürler. Işıkla büyür ve serpilirler.

Gene bir bakın etrafınıza, hayatımıza giren karanlıklar, acılar, umutsuzluklar… gene bir kadının elinden çıkmadır… Eğer üzgünsek, kararmışsak, acının tadı değmisse ağzımıza, gene bir kadının eli değmiştir. Çünkü,içinde sevgi yerine, hırsı, kini, bağnazlığı taşıyan kadınlar karanlığı yayarlar çevrelerine, ışık yerine..
Karanlığa doğan çocuklar, korkar ışıktan, kapar gözlerini… Karanlık köreltir kalplerini, boğar ruhlarını..

Ve bir kadının elidir dünyamıza erkekleri de kadınları da hazırlayan…

Yüreğinde ne taşıdığı önemlidir bir kadının.
Anne olsalar da olmasalar da, dünyamıza ışık katan, hayatımızı güzelleştiren, içimizi kalbimizi ışıtan, özgür, yürekli ve adaletli tüm kadınların „Anneler Günü“ kutlu olsun. Onların elleridir öpülesi olan..

Yaşadığın çevreye umut ve ışık olmakla başlar „Annelik“. Ve onlar sayesinde çıkarız birgün gene karanlıktan...











1 Mayıs 2014 Perşembe

1 Mayısın çiçeği o


Bembeyaz, narin ve zarif bir güzellik vurmuş damgasını 1 Mayısa Fransada…

Müge, 1 Mayısın çiçeği, yakalara iliştirilen, sevdiklerin saçına takılan bir uğur getirici bugün…

miniminnacık gövdesiyle kalbin üstünde taşınıp, kalbe de en yararlı çiçek olması ne manidar değil mi?

Birgün, kalplerimizin titremediği, üzerinde o narin mügeleri dahi taşıyabilecek huzur ve mutlulukla yaşanacak 1 Mayıslar da gelecek, inanıyorum.

Bugün tüm emek verenlerin haklı bayramı kutlu olsun…


















29 Nisan 2014 Salı

Ihaneti gördüm


İhaneti yaşadınizmi, bilirsiniz o zaman yumuşak karnınıza saplanmış bıçağın acısını, güvenilenden ya da güvenmeniz gereken tarafından arkadan vurulmanın şaşkınlığını ve ürpertisini ve ne kadar zaman geçerse geçsin ağzınızda bıraktığı kekremsi tadı… Belki aldatmakla eş tutulur ama çok daha derindedir yaşattıkları ihanetin… Zira sizi tanımadıklarınız aldatır, ihanet edense can bildiğinizdir… Belki de yaşam içinde en ağır darbelerden biridir o, sizi hazırlıksız, kıskıvrak tüm bedeninizden ve ruhunuzden yakalayıp, yakan yıkan bir duygu olarak… Sahip olduğunuz o değerli güven duygusunu alaşağı eder, onulmaz yaralar bırakır derinlerinizde… Kolay olmaz yaşattığı travmadan kurtulmak.

Sonra insan kendini sorgulamaya başlar…Neden?... Çeşitli cevaplar vardır elbet, belki de en baştan hataydı der iç ses, hiç görmek istemediğim…

Aldatılmayı çok yaşadık hep birlikte bu ülkede…
Çok gerilere gitmeden, yakın tarihimiz küçüklü büyüklü aldatmacalarla dolu.. Bir umut başa getirdiklerimiz tarafından aldatıldık, kandırıldık… Söylevlerinin arkasının boş olduğunu defalarca yaşadık. Kendi egemenliklerini sürdürme gayesiyle aldattılar koca ülkeyi seneler boyu..Her aldatılistan bir yara aldık, üzüldük, hiddetlendik, öfkelendik… Ama yıldırmadı, tekrar silkelendik, ayağa kalktık…Henüz ihaneti görmediğimizden, nispeten daha kolaydı aldatmanın yaralarını sarmak… Henüz güven yok olmamıştı, kendimize, yaşadığımız ülkeye, iyi bir dünyaya, geleceğe.. Zira güven’di, o hiç üstünde durup düşünmesek de, bizi yeniden ayağa kaldıran, biz yapan, birbirimize dayanma gücü veren, birarada tutan..

Ve birgün uyandık ki… çok derin bir ihanet ve hıyanet içindeyiz. Durum artık, başa geçmiş kişiler tarafından aldatılmanın çok ötesinde, kapsamlı kalabalık bir ihanet tablosu… Memleketin en tepesinden en uç köşesine kadar sinsice yerleşmiş bir ihanet virüsü… Acıyla görüyorsunuz ki, aynı masada oturmuş olduklarınız size ihanet eden, birlikte gülüp ağladıklarınız, yüzü aydınlığa dönük bildikleriniz, aynı değerler içinde yoğrulduğunuzu sandıklarınız… Güç, para ve kudret satın almış onları çoktan, ya da zaten hiç olmamışlar aslında… Kime güveneceğinizi bilemiyorsunuz…Şüphe kurutmaya başlıyor içinizi..doğrular yanlışların,yanlışlar doğruların arasında eriyip kayboluyor, gri bir renk kaplıyor ortalığı, ihanetin boz rengi… kimin kim olduğunun belli olmadığı bu perdenin altında tarihinize, bayrağınıza,topraklarınıza, dilinize, inançlarınıza, bugün ve geleceğinize kısacası tüm değerlerinize, varlığınıza, ülkenize ihanet ediliyor.
İşte o an, biriz dedikleriniz tarafından bıçaklandığında yumuşak karnınız, meğer hiç, bir olmadığınızı görüyorsunuz. İhanetin acısı da burda başlıyor işte… İnançlarınız yerle bir oluyor ve dolayısıyla güveniniz…

Ve ihanet, yabancılaşmayı getirir beraberinde, o güne dek birlikte yürüdüğünüzle kesin bir yol ayrımıdır bu… Aldatılmanın, zor da olsa birgün çıkıp gelebilen affediciliğini barındırmaz içinde…

Zor günlerden geçiyoruz, ağırdır ihanetin travması…Ayağa kalkması, güvenin yeniden tazelenmesi zaman alır.

Şimdi oturup düşünme zamanı.. Neden? diye… En başta mıydı acaba hata, hiç görmek istemediğimiz…











18 Ocak 2014 Cumartesi

Ağaçlar ayakta ölür


Bahar geldiğinde kıpkırmızı yapraklarıyla açan koca Japon kirazı ağacını, bir sabah yerde yatar buldum…kesmişlerdi..İçime oturdu acısı, kesen görevli kıza sordum “Neden“? „Ölmüştü“ dedi..“Siz onun her bahar nasıl açtığını görmediniz ki..nasıl yapabildiniz“? … İnanamadım, çünkü Viyana’da her ağaç kayıt altındadır, girip internetten bölgenizdeki ağaçların seceresini, kaç yılında dikildiğini bir tıkla öğrenebilirsiniz..Bilmeden, incelemeden hiç bir ağacı kesmezler.. Ve evet, bahardan itibaren penceremi şenlendiren bu ulu ağaç, çoktan içinden kurumuştu, gövdesini saran sarmaşıklar onu yiyip bitirmişti..son bir can suyuyla açmaya çalışıyordu baharları, ve biz buna kanıp,yaşadığına inanıyorduk, oysa heran yoldan geçenlerin, bir evin üzerine yığılıp son nefesini verebilirdi..
Çare kökten kesmekti…Şimdi baharda, taze, yeni bir genç ağaç dikecekler aynı yere..

Çürüdük farkında mısınız?
Aynı bu ağaca benzetiyorum durumumuzu… Dışardan bakıldığında, hala yeşeren dallara rağmen, içten çürüdük,kuruduk…çünkü gövdemiz tüm suyu,beşini emen zehirli sarmaşıklara teslim oldu..

Değer yargıları, vicdan çürüdü…
Hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekarlık, ikiyüzlülük, riyakarlık, yalancılık üzerine kurulu bir sistem yarattık..Ve doğal sonucunda, hırsız polisi, polis savcıyı, sistem adaleti yakaladı..

Ve bunu hep beraber yarattık…

Seneler senesi „Çaldı ama  iş de yaptı, canım diğerleri de çalmyor mu“ diyerek
Yetmez ama evet diyerek..
Gazeteciler arka arkaya işten çıkarıldığında, içeri atıldığında sesleri kesildiğinde biz de sesimizi keserek..
Tüm ordumuz tutuklandığında,“ du bakalım,belki de darbe yapacaklardı, darbeye karşıyız,adalete güvenelim“ aymazlığına düşerek…
Çocuklarımız önar onar şehit düşerken, cinayetlerin hiç biri aydınlanmazken, „neden,kim için kaybediyorum ben oğlumu“ demeyip, haykırmayıp „Vatan sağolsun“ kabullenişine düşerek..
Çocuklarımızın okulları eğitimleri elimizden alınırken, sessiz kalıp, kabullenerek…
Yıllarca gözümüzü,kulağımızı etrafımızda olan bitene kapatarak, bize ilişmediği sürece yaşananları yok sayarak…
Ulusal değerlerimizin üzerine birer birer çarpı atılırken „Bak bunu da yaptılar“ diye oturduğumuz yerde vah çekerek..
Sanatın „içine tükürülürken“ bunun tüm yaşamımıza atılan koca bir tükürük olduğunu farkedemiyerek..
Beş para etmez TV kanallarının, niteliksiz, seviyesiz ve sahte haberlerini, yayınlarını hiç sorgulamadan seyredip, beynimizin yıkanmasına izin vererek…
Bütün bu gidişatı görürken, „canım adamlar çok iyi örgütlü, biz de işte bu eksik“ deyip hiç bir örgütlenmeye gitmeyerek..
Muhalefet partisine verip veriştirip, karşısına hiç bir gerçek muhalefet çıkaramayarak.. .

Ve işte şimdi elimizde;  adına halen devlet dediğimiz çeteler savaşı, aydınların, sanatçıların, yurtseverlerin hapiste, hırsızların profesyonel yankesicilerin (evet çünkü çalınan sizin paranız!) tepede dolaşdiği, adaletin yerini orman kanunun aldigi, herkesin birbirinden şüphelendiği, haber alma özgürlüğünün bittiği, katillerin “destan yazdığı”,, çocuk gelinlerin sayısının 200 binlere ulaştığı, tecavüzcülerin serbest bırakıldığı bir ülke…

Çürüdük…Her yerimizden
Heran devrilebilir bu ulu ağaç, yeni bir fidan dikme zamanı

2 Ocak 2014 Perşembe

Ben kalender meşrebim…


Yeni yıl haftasinin yorgunluğu,telaşı, ülkenin gerginliği, ve son dakika gelişmeleriyle yeterince yorulmuşken, şöyle keyifli okunacak konular arasında geziniyordum sosyal 
medyada, şu başlıkla karşılaştım;

Aşık olunabilecek erkeğin özellikleri… „

… 1980 başlarında bir yaz akşamı, Füsun Akatlı, Nimet Tuna ve Tomris Uyar, o dönemin gözde uğrağı Şadırvan’da buluşmuş, denizin tadını çıkarıyorlar. Konu bir ara aşka, sonra asksizliğa, en sonunda da “aşık olunabilecek bir erkeğin özellikleri”ne geliyor ve bir oyuna dönüşüyor. Nesnel davranmakta kararlı olduklarından masalarına gelen Edip Cansever ve Turgut Uyar’ın da görüşlerini alıyorlar... (merak edenler yazının tamamını şurdan okuyabilir ; Asik olunacak erkegin özellikleri)
Yazı esprili, ama bir o kadar da gerçeklik payı var içinde…

Erkekleri bilemem, ideal kadını tam nasıl hayal ederler, ama genede „ideal kadın“ için kimi tasvirler mevcut... genelde istekler üç beş konuda sınırlı ve de çoğunluk hemfikir oldukları konular…

Peki ya „bay ideal“ kimdir gerçekten? Var mıdır bunun bir tanımı, tarifi?
Ayakkabıcıya, gündelik bir siyah ayakkabı almak için girip, kıpkırmızı bir yüksek topukluyla çıkan kadınların o anki ideal erkek tarifiyle, aşık olduğu adamın tarifi ne kadar tutar birbirini sizce? Ya da beş benzemez erkeğe aşık olup, her seferinde bu sefer gerçek aşkı buldum diyenlere ne demeli?
Yani durum şudur ki, biz kadınlar tarafında durum biraz karışık… Zira, biz kadınlar değişkeniz, ruh halimiz değişken, duygularımız ve de mantığımızın işleme şekli değişken, yaşla beraber zevklerimiz değişken… isteriz ki tüm bu değişime ayak uyduracak, kalbimizi gözümüzden okuyacak, gereğinde sarıp sarmalayacak, gereğinde yukarilara taşıyacak, hem prenses gibi davranacak ama bir o kadar da gücümüzü kuvvetimizi bilecek, hem kadın, hem anne hem de bazen bir kız çocuğu olduğumuzu unutmayacak biri,…nasıl devam ediyordu şarkı? „yanağında bir beni mutlaka olsun“…



Günlerden bir gün, kızlarla aramızda geçen konuşmaya şöyle bir kulak verelim hadi gelin;

Boy pos, renk, yaş, kısmı, en çabuk atlanan ve de üzerinde en az durulan kısım, o bölüm çoktan geçmiş..kısaca boyu boyuma,yaşı yaşıma..durumu.
Konunun tam şurasındalar;

Zeki olması, herkesin üzerinde hemfikir olduğu nokta…
Gülmeyi sevmek ve esprili olmak da öyle…
-        ama komik olucam diye, en olmadık yerde gereksiz açık saçık fıkra anlatmasın,.. uygun ortamda da anlatmayı bilsin
-        bir de aynı fıkrayı, espriyi devamlı tekrar etmesin
-        mizahı yaratıcı olsun
Kıskanç olmasın, devamlı „nerdeydin, ne yaptın“ diye soran bir erkek çok sıkıcı…
-        ammaa, öyle hiç ilgilenmiyormuş gibi de olmasın canım, birazcık da merak etsin,  kıskansın belki..ama sıkboğaz etmesin
-        günde 10 kere aramasin, ama arasin… biz aradigimizda  ulasilir olsun, bize ulasamadiginda devamli sitem etmesin
-        tipik akdenizli maço gibi olmasın, ama tipik aşırı sakin Avrupa erkeği gibi de olmasın, temperamanını tam dengede tutsun yanı…
Sportif olsun, mutlaka bir sporla uğraşsın, ilgilensin en azından yürüyüş yapsın
-        ama bizim hiç ilgilenmediğimiz bir spora tüm haftasonunu harcamasın
-        tüm maçları ve ardından tüm maç yorumlarını tek tek kanal kanal izlemiyelim, bu arada kumanda da kollarinin uzantisi olmaktan kurtulsa..
Kendi erkek arkadaşlarıyla da buluşsun, çünkü biz de kendi kız arkadaşlarımızla buluşuyoruz
-        ama bizim buluştuğumuz zamanlara denk gelsin…
-        tam biz başka şey planlarken, „ben çocuklarla buluşuyorum“ demesin
Bonkör olsun
-        ama parayı har vurup harman savurmasın
-        davet etmeyi bilsin, ama göstere göstere yapmasın
-        hediye almayı bilsin, ama zevkimizi de bilsin..
Yemekten, mutfaktan zevk alan erkek en ideal erkek… hele bir de sürpriz yemek ve de sofra kurmuşsa..
-        amaa mutfağa girdi mi arkasında savaş alanı bırakmasın
-        her yemeği, sanki bizden daha iyi bilir gibi bir hava takınmasın
Gezmeyi, eğlenmeyi sevsin, sosyal olsun
-        ama evde oturup zaman geçirmeyi de sevsin, aklı fikri hep dışarda olmasın
-        fakat devamlı eve kapanmak da istemesin, dışarda vakit geçirme konusunda da yaratıcı olsun
-        hem maceraperest hem evcil olsun
-        dansetmeyi sevsin ama da bilsin…bilmiyorsa dansetmesin
-        salon erkegi olabildigi gibi, cadirda kaldiginda söylenmesin
-        dogayi, hayvanlari sevsin
Düzenli,tertipli olsun, çorabını oraya buraya atmasın, klozetin kapağını kapasın, bardağını mutfağa götürmeyi bilsin, evde ne nerdeyi de bilsin
-        ama evin işlerine didik didik karışmasın
-        ve de basit tamirlerden anlasın
-        ama anlamadığı tamirata da kalkışmasın
Nezle olduğunda, 3aylık ömrü kalmış gibi koltuğa serilmesin
-        ama biz kırk yılın başı yattığımızda, bir çorba yapmayı bilsin
-        senin için ne yapabilirim demeyi de.. şefkat göstermeyi de..
Gazete, kitap okusun, tarih bilsin, sanattan anlasın, müzik dinlesin…
-        ama bilgiçlik taslamasın, ukala olmasın
-        tüm bunlarla ilgilenirken, biz seslendiğimizde bizi duysun, konu ne kadar ilginç ve de heyecanlı olursa olsun..
ve aynı şekilde telefonda konuşurken de, tabletlerinde coook mesgulken de, tv de maç veya haber  izlerken de birşey söylediğimizde  duysun,..yani bizi hep duysun..e biz nasıl duyuyoruz herşeyi canım?

Liste uzun… sonuç olarak;
Bizi anlasın… yanlış anlamasın, doğru anlasın, ne istediğimizi gözlerimizden okusa mutluluktan ölürüz de, konuştuğumuzda anlaşılalım yeter..

Burda bir erkeğin sorusu;
- E sen demedin mi, bazen biz bile anlamıyoruz kendimizi?
- ben öyle bir sey mi dedim? Ne var anlamiycak, ne kadar basit anlattim …

Beyler, siz dert etmeyin, hayatımıza girdiyseniz biz sizleri bu halinizle seviyoruz, ama çekiştirmeyi, biraz da vıdı etmeyi de seviyoruz işte..Eh sız de bizi böyle sevmişiniz zaten…

Hepinize keyifli ve aşk dolu bir yıl diliyorum